İnansa(ma)k ta mı saklasak!

İnsan yaratılışındaki fıtrat  gereği inanma içgüdüsüyle hayata merhaba der. Diğer mahlukattan farklı olarak akılla süslenmiş bir ruha sahiptir. Bu onu bütün yaratılmışlardan ayıran en büyük özelliğidir. Nitekim Allah azze ve celle “Şüphesiz biz insanı en güzel surette yarattık” (Tin/4) buyurmaktadır. Ayette bahsedilen en güzel suret sadece gözle görülen ve hissede bilinen bedeni güzellik midir? Elbette ki hayır.

İnsan bedeni güzelliğinin yanı sıra akıl, anlama ve idrak etme gibi özelliklerle de donatılmıştır. Ruhen bu üstün niteliklere sahip olan insanoğlu, fıtrat gereği inanma, bağlanma iç güdüsüyle hareket eder. Mutlak bir kudretin yaratması sonucu, tekrar mutlak bir kudrete dönecek olan insan; yine aynı mutlak kudretin verdiği akıl sayesinde kendisini yaratan Rab’ini bulabilsin diye bu şekilde mükemmel yaratılmıştır.

Bu şahane tasarım; benliğinde var olan inanma ve bağlanma iç güdüsüyle önceleri anne-babasına daha sonra arkadaş, öğretmen sıralaması ile bir zincir şeklinde hayatına müdahil olan kişilere bağlanır. Akıl baliğ olduktan sonra içindeki durdurulamaz bağlanma arzusu ile, insanın arayış süreci devam eder.

Bu evrede insan; ya lider olamayı seçecek. ( ki bu kendisine bağlanılması anlamına gelir) ve yahutta bir liderin yada bir ideolojinin peşi sıra hayatına devam edecektir. Lider vasfının herkeste bulunmadığı malum olduğundan, bağlanan olan tarafın çokluğu bu şekilde izah edilir.

 

Peki İnsan neye Bağlanır?

İnsan kendi akli, fikir ve hür iradesi neticesinde bir çok ideolojiye eş zamanlı bağlanabilir. Bunların başında; din, siyaset, futbol veya herhangi bir spor dalı, aşk,popüler kültür  vb.. gelmektedir. Dünya üzerinde yaşamını sürdüren her insan bunlara bağlanarak yaşaya bildiği gibi,  bunlar olmadan da yaşamını sürdürebilir. Ama içinde bulunan içgüdü, onu her şekilde bir şeylerin peşi sıra gitmeye götürecektir. Burada mühim olan bağlanmanın boyutu olmalıdır.

Bir şeye körü körüne bağlanmak yapılan en büyük yanlışlıklar dan dır. Örneğin bir çocuk; önce babasının tuttuğu futbol takımını tutmakla beraber, ailesinin din inancı ile siyaset görüşünü benimser. Buradaki sorun ailenin inanma sistemi değil, ailede yetişen bireğin bu sistemin doğruluğunu sorgulayıp sorgulamadığıdır. Daha sonraları aile kalıbının dışına çıkan bireylerin sayısı oldukça azdır. Çünkü özellikle bizim toplumumuz tahkik değil taklid metodunu uyguladığından kendinden öncekileri takip ederek olması gereken buymuş gibi körü körüne takılıp gider.

Gereken buymuşcasına yapılan bu yanlışlar, insanı neye inandığı veya niçin bağladığı konusundaki sorular karşısında sukuta götürür. Elbette ki tek yanlış sadece bu değil. İnsan kendisini örnek alan kişilere karşı büyük sorumluluk sahibi olmakla beraber, onları yönlendireceği kendi doğrusu yönünde, onların yapacakları hatalardan da mesul olur.  Ve aynı zamanda kişinin bağlandığı yön doğrultusunda yaptığı kendi yanlışlar, kendisinin yöneldiği tarafa yönelmek arzusunda olan bir kimseyi, o ortamdan uzaklaştırabileceğinden, her koyun kendi bacağından asılır mantığı burada devreder çıkar.

Kendi ideolojisinden İnsanları kaçırmak

Bu büyük bir ustalıkla yaptığımız yanlışların başında gelir. Özellikle din konusunda fazlaca yapılan bu yanlışın zararı sadece şahsa olmamakla beraber bütün bir topluluğu etkiler. Her konuda örnek teşkil edecek nitelikte ve her kesimden insanı hoşgörü sancağı altında toplayacak olan İslam dini; ne yazık ki bilhassa Müslümanlar tarafından bu şekilde katlediliyor.

İslam sadece bir din midir? Hayır İslam bir kimliktir, bir elbisedir. Müslüman olan kişi bu manevi elbiseyi hem bedenine hemde ruhuna aynı anda giydirmeli ki, örnek teşkil edebilsin. Sadece ailesinden geldiği için adeta bir aneneymiş gibi bu dine mensup olan bir kişinin, kendisinin daha anlayamadığı bu inanç sistemini başkalarına anlatması muhtemelen başarılı olmayacaktır. İlk emri oku olan bir dine okumadan bağlandığını savunmak, daha ilk emre itaatsizlik değil midir? Müslümanların yaptığı bu  büyük yanlış bütün alemi İslamı etkilemektedir. 

Bunun bence en güzel örneklerinden birisi, rahmetli Cem Karacanın yaşadığı cami hadisesidir. Aynen şu şekilde nakletmiştir çocukluk dünyasını yıkan bu olayı: “Yedi yaşlarında camiye gittim. Dizimde ağrı olduğu için bir ayağımı uzatmıştım. Birden yaşlı bir adamın ayağıyla ayağıma vurmasıyla irkildim. Sonra haşin bir ifadeyle “utanmıyor musun, Allah’ın evinde ayağını uzatmış oturuyorsun, kalk” gibi sözlerine muhatap oldum. Kalktım ve ancak yetmiş sene sonra camiye dönebildim.” Bir insanı 70 sene dinden uzaklaştırma, nasıl talihsiz bir hata. halbuki İslam dini böyle midir? Bu şekilde mi temsil edilir? Geçen 70 yılın hesabını, günahını kim yüklendi şimdi? Uzaklaşan mı, uzaklaştıran mı?

Bu hadise nasıl Müslüman olunmayacağını o kadar güzel gösteriyor ki, başka söze hacet kalmıyor.  Eğer bu muameleyi yapan kişi taklidi iman etmiş değilde, hakiki iman etmiş olsa idi; gerçekten araştırarak doğrusunun anlayarak Müslüman olsaydı, ne bu üzücü hadise gerçekleşecek nede bir insan hayatından 70 sene gidecekti.

Allah çarpar, cehenneme gidersin, senden olmaz, boşuna ibadet etme zaten Allah kabul etmez, sen günahkarsın gibi gibi gibi… söylenen bir çok hatalı uyarı sayesinde insanlar ümitsizliğe sürüklenmiş inanç dünyaları tarumar edilmiştir. Kendi elleriyle kendi inanç sistemini büyük bir ustalıkla yıkmayı başarmış bu kesim, peşi sıra bir topluluğu derinden yaralamaktadır.

      Neye, nasıl, Kime inanmalı?

Ruhundaki arayış ve arzu doğrultusunda insan oğlu araştırarak, sorgulayarak doğruya ulaşabilir. Çünkü insan şahane bir idrak yeteneğine sahiptir. Akıl süzgecinden geçirdiği her şeyin neticesinde mutlak kudrete açılan bir kapının varlığının işaretlerini bulmaması mümkün değildir. 

Çünkü yaratılmış her şey aynı Yaratıcının imzası ile kendisini gerçek varoluşa götürecek harikulade meziyetlerle süslenmiştir. İnsanı huzur deryasına daldıracak ve gerçek yaratılış gayesine ulaştıracak sebepleri bulması, hem dünya hemde ahiret hayatı için bir kazanç kapısıdır. İnsanoğlunun peşine takıldığı ideoloji, kendisini gerçek var oluşa götürebiliyorsa o vakit doğru istikamet üzeredir. Nitekim Mecnun, Leyla Leyla diyerek Mevla’ya ulaşmadı mı?

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.