MİHRİBAN

Hep merak etmişimdir şiir yazanın mıdır, yazdıranın mı? Şairin ruhunda tecelli eden madem tek bir kişinin gölgesi o vakit şiirin sahibi yazılan kişi değil mi?

Misal Abdurrahim Karakoç‘un “Mihriban” dizelerinin sahibi şimdi o mu, yoksa adını sanını bilmediğimiz saçları sarı bile olmayan kadın mı? Neden Abdurrahim Karakoç‘un Mihriban’ından örnek verdim derseniz eğer,ruhum içten içe kıskanır Mihribanı…Şairin ruhuna tecelli eden sureti, şiirdekinden başka olsa da aşığın O’nda gördüğü ,O’nda bulduğu bir kadının duygusal doygunluğunun zirvesidir bana göre.

Şair kendinde var olan lezzetin, aşkın, hazzın, acının ,hasret sancısının zirvesine ulaşmış ve bu duygu yükünü yüreğinde daha fazla taşıyamayıp bize aktararak, yüzme bilip bilmediğimizi bile sormadan bizi aynı hüzün denizine salmıştır.

Hikayenin sonunda Abdurrahim Karakoç kavuşamadı Mihriban’ına ama el değmeden göz süzmeden ismini dillere pelesenk etmeden de sevilebileceğini öğretti bize. Gıpta etti kadınlar Mihribana ve hasret kaldılar “lambada titreyen alevin” üşüdüğünü hisseden adamlara…Ne demişti şair ne saçları sarıydı ne de adı Mihriban. aşk ne demekse ,sevmek ne demekse, hasret ne demekse Mihribanda o demekti aslında. Dinlerken gözünü kapatan herkes kendi Mihriban‘ını buldu karşısında. Dilerim ruhu bu denli ince olan Karakoç’un ruhunu toprak incitmesin.

Yaşı kırklı yaşların girişine adım atmış bir kadın olarak; gençliğin en deli, en öz güvenli, ve genelde dış güzelliğin önem arz ettiği yaşlarını geride bırakmış, o güzelliğin yerine beyazlamaya başlan saçlar, gülümsemeyle dahi belli olan yüzdeki çizgiler ve biraz yokuş çıkınca sızlayan dizler almışken geride kalan o günleri özlüyor ve bir dizeye bile mısra olamadan heba olup gitti diyorum gençliğim. Bundandır Mihriban‘a kıskançlığım benim.

Halbuki; Sezai Karakoç’un Mona rozası, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Milyon kere Ayten’i, Özdemir Asaf ‘ın Laviniası, Atilla İlhan’n Maria Misakian’ı, Ahmet Muhip Dıranas’ın Fahriye ablası, Ahmet Arif’in Hasretinden prangalar eskittim şiirleri de kadın güzelliğinin şair gözbebeklerine yansıyıp ruhun süzgecinden geçerek dizede tekrar var olması değil mi? Elbette ki öyle, ancak bende tesirleri Mihriban kadar değildir. İşin özünde aşıklar ruhlarının tınısını kelimeden enstrümanlarla bizim ruhumuzun bam teline basarak dinletiyorlar ve bunun adına da şiir diyor. Her daim var olsunlar kelime kelime, dize dize ,hece hece..

Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban!
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban!

Yâr deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lâmbamda titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban!

Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban!

Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban!

Boşa bağlanmamış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtın tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban!

Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban!

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.